''Çünkü en iyiler bütün şeyler arasında tek bir şeyi seçer:
Ölümlüler arasındaki ezeli ünü.
Çoğunluk ise bir sığır sürüsü gibi tıkınır.''
-Herakleitos, 29. Fragman
Bir eylem neye göre iyi ya da kötüdür? Elbette doğaları gereği, ne şekilde vuku bulursa bulsun bir eylemin hem öznesi hem nesnesi konumundaki insanlar için, o eylemin kendisi iyi ya da kötü olmaktan ziyâde, iyi ya da kötü sonuçlar doğuran şeyler olmalıdır. Çünkü insan organizması (üstvarlık tartışmalarının etrafından dolaşacak olursak) diğer organizmaların aksine içinde yaşadığı topluma karşı kaçınılmaz olarak sorumlu ve duyarlıdır. Bir eylemin kendisine iyi ya da kötü demek, istisna olmadan uygarlığı oluşturan herkesin o eylem sonucunda iyi veya kötü sonuçlar elde edeceğini öngörmektir. Evrensel ahlâk yasalarına da zemin yaratan bu durumun geçersizliğini metnin ilerisinde tartışacağım ama önce ahlâkın ne olduğuna dair bir varsayım yapmam gerekiyor. Ahlâk, belki okuyucuya yüzeysel bir psikanalitik tavırla açıklanmış gibi gelebilecek fakat insan tecrübelerinin çok açık bir biçimde gösterdiği, insanın kendisini meşrulaştırma potansiyelidir. İnsan, hiçbir zaman ‘’iyi bir eylem yapmak’’ için harekete geçmez, bu imkânsızdır, en özgeci gözüken durumda bile o eylemin doğuracağı iyi sonuçlara bir şekilde muhtaç olunduğu için aksiyon gösterir. Bu ihtiyaç, statü ihtiyacı tarzında bir kazan-kazan durumundan tutun, kendisini bir parçacık iyi hissetme ihtiyacı tarzında masumâne bir duruma kadar uzanabilir. Ama değişmez. Burada, Kant’ın vurguladığı ‘’iyi niyet’’ koşulunun varlığına dolaylı ya da doğrudan bir muhalefet yoktur. Yalnızca, iyi niyetin eylemin kendisinde değil, eylemin doğurduğu sonuçlarda ve eylemin öznesine hizmet ettiği ölçüde var olabileceğine dair bir inanç vardır. Tam da bu yüzden, tıpkı yalnızca ‘’iyi bir eylem gerçekleştirmek’’ için harekete geçmediği gibi insan, yalnızca ‘’kötü bir eylem gerçekleştirmek’’ için de harekete geçmez. Yine bu eylemlerin sonuçlarına bir şekilde ihtiyacı olabilir, fakat iyi eylemlerin doğurduğu sonuçların aksine, bu sonuçlarla ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra (yine doğası gereği) ödemesi gereken bir bedel vardır: Hayata devam etmek. Elbette patolojik istisnalar dışında, doğuştan bencil olan insan, yaşamak için ruhsal bir homeostaziye mecbur olmasının gereği olarak ‘’ahlâk’’ ile de kuşanmıştır. Bunu romantik bir söylem olarak görenler, insan organizmasının bütün organizmalar gibi yaşamını sürdürmek için denge durumunda olma zorunluluğu kabul etseler de, bu durumun, ölümün farkında ve ondan emin olma durumuyla çelişerek psişe içinde yarattığı onulmaz çatışmaları göz ardı etmektedirler. Yani nasıl ki bir hayvan için bir diğer hayvanı öldürme eylemi kendi varlığının devamına hizmet ettiği sürece yüzde yüz meşrudur; insan için ahlâk tam da bu yüzden vardır, bu çatışmaların şiddetini bir nebze de olsa dindirme ihtiyacına ve bahsettiğim ruhsal homeostazinin varlığına hizmet eder. Dolayısıyla insana kodlanmış subjektif değerler ölçüsünde esnetilip dönüştürülebilir ve evrensel olamaz. Ve dolayısıyla, bir ihtiyacı görme amacına hizmet ettiğinden, ahlâklı bir birey olma durumunun kendisi bile tek başına ‘’iyi bir eylem’’ olarak açıklanamaz.
Vatandaşın biri, kendini inançsız olarak tanımlayan bir arkadaşına şu soruyu sordu:
—''Sana ölmek istediğimi, artık bu hayattan herhangi bir beklentim olmadığını fakat inançlarım gereği bunu yapamadığımı söyleseydim, ve bunu senden sâhiden hiçbir beklentim olmadan söyleseydim, sen bir insan öldürmeyi yasaklayan herhangi bir inanç sistemine dâhil olmadığın için bana yardım etmeyi kendi kendine düşünür müydün?''
—''Nasıl bir yardım?''
—''Örneğin işini çok iyi yapacak, geride hiçbir iz bırakmayacak ve dolayısıyla seni de hukukî yaptırımlardan koruyacak bir kiralık kâtil tutmayı düşünür müydün?''
—''Evrensel ahlâk yasalarına tâbî olduğum için düşünmezdim.''
—''Yani sadece ''kötü bir insan olmamak için'' yardım etmezdin bana.''
—''Öyle de denilebilir.''
—''Peki ya evrensel ahlâk yasalarının, yalnızca uygarlığın devamı için belli başlı değerleri kodlayan kurallar bütünü olduğunu iddia etsem? Olmaması gereken bir şeydir demiyorum, sadece bir arkadaşına yardım etme eyleminin iyiliğini ya da bir insan öldürme eyleminin kötülüğünü tek başına çıkarsayıp karşılaştıramaz. Nasıl ki idam cezalarının nedeni idam edileni cezalandırmak değil, toplumun idam edilen kişi olmadan daha ferâh ve güvenilir bir uygarlık çerçevesinde yaşayacak olmasıdır; evrensel ahlâk yasaları burada neye göre bir insan öldürme eylemini toplumsal faydayı gözeterek meşrulaştırır?''
—''Utilitarizm. Yani çoğunluğun faydası için küçük fedâkarlıklar yapmak.''
—''Öyleyse evrensel ahlâk dediğin bütüne bazı durumlarda şerh düşülebileceğini, askıya alınabileceğini kabul etmiş oluyorsun.''
—''Bu askıya almak değil. Örneğin otuz bin nüfuslu bir kasabada, varlığı geriye kalan herkesi bir şekilde rahatsız eden bir kişinin ölümü, geriye kalan herkes için meşruysa, evrensel ahlâk değerlerine de uygundur.''
—''Öldürülen kişi bu evrenin bir parçası değil mi? Ya da şimdiye dek çoğunluğun refâhı için idam edilen herkes bu evrenin bir parçası değil miydi?''
—''Elbette öyle. Fakat bunu hak edecek kadar kötü eylemlerde bulundular. Örneğin, bir insanı öldürerek onun en temel hakkını, yaşam hakkını elinden aldılar.''
—''Bir insan öldürdüğü için onu kötü bir insan yapan evrensel ahlâk, onu öldüren toplumun bütün fertlerini neden kötü yapmıyor?''
—''Çünkü eylemin nesneleri farklı. Suçlu, masum bir insanı öldürüyor, toplum ise suçluyu. Bir bireyin yaşam hakkını elinden aldığı için kendisininkinden de ferâgat etmiş oldu.''
—''Öyleyse onun eylemini kötü yapan tek şey, bir insanı kronolojik olarak sizden daha önce öldürmüş olması. Aynı eylem iki farklı özne tarafından farklı zamanlarda yapılıyor ama evrensel ahlâk birisinin eylemini kötü, diğerininki meşru olarak değerlendiriyor. O zaman buna söz gelimi ‘’zamansal ahlâk’’ falan demelisiniz.''
—''Sana göre bütün yasalar ve dolayısıyla devlet gereksizdir öyleyse.''
—''Elbette değil. Yasaların ve devletin gerekliliğinden bahsetmiyorum. Başlarda değindiğim gibi, uygarlığın ve refâhın devamı için bunlar elzemdir. Burada seninle, insanın herhangi bir eyleminin doğurduğu kötü sonuçlar karşısında yargılanmasını da tartışmıyorum. Masum bir insanı özgür iradesiyle öldüren birey muhakkak bir yaptırımla karşılaşmalıdır. Bütün bunların pratik sonuçlarıyla ilgilenmiyorum. Sadece şunu anlatmak istiyorum; evrensel ahlâk dediğimiz şey, o bireyi, kötü bir eylemin öznesi olduğu için ‘’kötü bir insan’’ olarak nitelendiriyorsa, aynı eylemi yalnızca başka koşullar altında yaptığı için bir başka özneyi ‘’ne kötü ne iyi, olması gerekeni yapan’’ ya da ‘’olması gerekeni yaptığı için iyi olan’’ olarak değerlendirmesi ne derece tutarlı? Bunu hukukî bir zeminden çıkarıp şöyle bir örnek daha vereyim, öldürme eyleminin kendisi kötü bir eylemse, neden savaş hâlinde meşru olarak değerlendirilir?''
—''Yani ne diyorsun?''
—''Yani diyorum ki, bana, beni bir arkadaşın olduğum için sevdiğini ve bir gün hayata dair yeniden umut besleyeceğime inandığın için yardım etmeyeceğini söyleseydin, bu mâkûl bir neden olabilirdi. Çünkü bireysel bir muhasebe yapmış ve sevdiğin birisine ne şartlar altında olursa olsun zarar vermek istemediğin sonucuna varmış olurdun. Bu durumun benimle hiçbir alakâsı olmaz, salt senin çıkarımın olurdu. Fakat evrensel ahlâk yasalarına tâbî olduğun için bana yardım etmeyeceğini söyledin. Bu yasalar bir insanın ölümünde pay sahibi olduğun için seni ne derece ‘’kötü insan’’ yapıyorsa, bir arkadaşına çok istediği bir şeye ulaşması için yardım ettiğinde o derece ‘’iyi insan’’ yapmak zorundadır. Çünkü ben de bu evrenin bir parçası olduğum için, bana yardım etmeyi reddettiğinden dolayı, seni kolaylıkla ‘’kötü bir insan’’ olarak nitelendirebilirdim. Ve sen her halükârda ‘’kötü bir insan’’ olacağın için yapacağın tercihlerin hiçbir önemi kalmamış olur.’’
—''Fakat sevdiğin birine yardım etmenin iyiliği, onu öldürmenin kötülüğü karşısında nedir ki?''
—''Peki ya bizim durumumuzda olduğu gibi öldürmenin yardım etmek niyetiyle yapıldığı, yani evrensel ahlâka göre kötü sonuçlar doğuranın ‘’iyi niyetler’’ olduğu durumlarda ne olacak? Bu karmaşayı ne çözecek?’’
—''Bir fikrim yok.''
—''Benim var. Ahlâkın evrensel olan tek yönünün herkeste var olan bir mekânizma olduğunu ancak evrensel çıkarımlar yapamayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Birincisi, bir insanın herhangi bir ahlâki dilemma karşısında yapacağı tercih, birçok insanın yapacağı tercihle aynı olabilir. Ama bir yerlerde muhakkak diğer yolu tercih edecek insanlar var olduğu için ortada bir evrensellik olamaz. İkincisi, bizim örneğimizde olduğu gibi, her eylem öznesi ve nesnesi için aynı anda sadece iyi ya da sadece kötü sonuçlar doğurmaz. Kolaylıkla değişken etkiler gösterebilir. Dolayısıyla iyi ve kötü eylem diye bir şey yoktur, iyi ve kötü sonuçlar vardır. Üstelik bir eylemin sonucu aynı anda hem iyi hem kötü olabilir. Bütün bunların sonucu olarak, insan iyi ya da kötü olamaz. Çünkü ahlâk sonuçtur ve insanın kendisini meşrulaştırabilme potansiyelinin kendisidir. İnsanın, iyi sonuçlar doğuran eylemlerde bulunduğu ölçüde ahlâk mekanizmasına bağımlılığı azalır ve hazzı artar. Dolayısıyla bencil doğası, insan için bir handikap olmamakla beraber tercihlerini de etkilememektedir. Çünkü her durumda insan için varılan yer hazdır. Bir insanı öldürmemek seni kötü bir insan olmaktan alıkoyduğu için haz duymazsın; uygarlığa karşı sorumluluktan ve ahlâk mekanizmanın yaratacağı çatışmalardan kurtardığı için haz duyarsın. Üstelik bu haz, yardım etme eyleminin doğuracağı sonuçlardan duyacağın haz ile kıyaslanamayacak kadar fazladır. İnsan tercihlerini etkileyen yegâne durum budur ve sonuç olarak ahlâk eylemlerin kendisinde değil, kimin ihtiyacı varsa orada aranır.